DOLAR 32,3711 0.16%
EURO 34,9763 -0.29%
ALTIN 2.324,420,23
BITCOIN %
Ankara
16°

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

140 okunma

Bütün dünya onu bir filmle tanıdı ama… 18 yıl boyunca havaalanında yaşayan adamın anlatılmamış hikayesi

ABONE OL
27 Kasım 2022 13:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Takvimler 2004 yılını gösteriyordu. İngiliz yazar Andrew Donkin için sıradan bir gündü.

Donkin her zaman olduğu gibi sabah erken kalkmış çalışırken telefonu çaldı. Arayan kişi, yayın temsilcisiydi. Hemen eşyalarını toplayıp Londra’dan Paris’e giden ilk Eurostar trenine atlamasını ve “mümkünse saat 15.00’e kadar” Charles de Gaulle Havalimanı’nda olmasını istiyordu.

“Adam neredeyse 20 yıldır havaalanında yaşıyor” demişti telefonda temsilcisi. Sözünü ettiği kişi Sör Alfred Mehran’dı.

Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden Sör Alfred, 1988 yılında Charles De Gaulle’e ayak basmış olan devletsiz bir siyasi mülteciydi. Bu konuşmanın gerçekleştiği sırada, 16 yıldır havalimanının giden yolculara ayrılmış olan kısmında 1 numaralı terminalde yaşamaktaydı.

Temsilcisi Donkin’e, “Anlaşırsanız Mehran’ın biyografisini birlikte yazabileceksiniz” demişti. Bir yazar için hayatta bir kez karşılaşılabilecek dev bir fırsattı bu…

Sör Alfred’in tam adı Mehran Karimi Nasseri’ydi. Kimlik belgeleri olmadan Fransa’ya girmişti ve havaalanında sıkışıp kalmıştı. Pasaportu olmadığı için başka bir uçağa binemiyordu. Havaalanından çıkması da mümkün değildi çünkü kimlik belgeleri olmadığı için tutuklanabilirdi. Ne var ki havaalanı tarafsız bölgeydi; asla ayrılamayacağı bir araf gibiydi.

Sör Alfred’i Donkin’le tanıştıran kişi Alman editör Barbara Laugwitz’di. Aslına bakılırsa yönetmen Steven Spielberg, Sör Alfred’in hayat hikayesinin film haklarını satın almıştı ancak onun gönlünde yatan aslan, yaşadıklarının yazıya dökülmesiydi.

Donkin geçtiğimiz günlerde The Guardian için kaleme aldığı yazıda, Sör Alfred’le tanışma sürecini ve havaalanının sandalyelerinde birlikte geçirdikleri saatleri anlattı.

BİNLERCE SAYFALIK BİR GÜNLÜK TUTUYORDU

Donkin, “50’lilerinin ortalarında, uzun boylu, seyrelmiş siyah saçlı, zekâsı gözlerindeki ışıltıya yansımış” bir adam olarak tarif ettiği Sör Alfred’in el arabaları, kutular ve çantalar içinde biriktirdiği eşyalarının her geçen gün artarak bir yuvaya dönüştüğünü yazdı.

O kutuların en değerlilerinde, Sör Alfred’in A4 boyunda kağıtlara yazdığı günlüğü saklıydı. Sör Alfred, havaalanının nazik doktorunun kendisine hediye ettiği sayfalara 10 yılı aşkın süredir günlük yazıyordu. Bu günlükler önlü arkalı 10 bin sayfaya ulaşıyordu.

Donkin’in Alfred’le ilgili en çok merak ettiği şeylerin başında şövalyelere verilen “sör” unvanını nasıl aldığı geliyordu.

Gülümseyerek anlattığına göre, Alfred yardım istemek için Brüksel’deki İngiltere büyükelçiliğine bir mektup yazmıştı. Gelen cevap “Dear Sir, Alfred…” (“Sayın Beyefendi, Alfred”) diye başlıyordu yani aslında bu tür resmi yazışmalarda kullanılan standart bir ifadeydi. Ancak İngiltere Büyükelçiliği’nin antetli kağıdında bu ifadeyi görmek, Alfred için şövalye ilan edilmekle eşdeğerdi. O günden sonra kendini hep Sör Alfred diye tanıttı. Donkin yazısında “Ben de onu hep Sör Alfred diye çağırdım. Ona yakışıyordu” ifadelerini kullandı.

BİRLİKTE BİR BİLMECEYİ ÇÖZMEYE ÇALIŞTILAR

Otobiyografilerin çoğunun okurlara vaadi gerçekleri anlatmaktır. Ancak geçmişi ve kayıp pasaportuyla ilgili gerçekler söz konusu olduğunda Sör Alfred’in kendisi de çok fazla bilgi sahibi değildi. Havaalanında geçirdiği 16 yıl boyunca inanılmaz hikâyesine birçok söylenti ve şehir efsanesi eklenmişti. Kimileri İran’dan sürgün edildiğini söylüyordu, kimileri işkenceye uğradığını iddia ediyordu. Kimlik belgelerini kendi isteğiyle kaybettiğini söyleyenler de vardı. En gizemli iddia ise annesinin bir İngiliz hemşire olduğuna dairdi.

Donkin bu yaklaşımlara bir alternatif geliştirmeye karar verdi. Sör Alfred’in hikâyesine bir bilmece muamelesi yapacak ve yazdığı her sayfada bu bilmeceyi çözmeye çalışacaktı.

Editörü Laugwitz bu fikri komik buldu ancak kabul etti. Donkin’in Sör Alfred’le geçirdiği üç hafta işte böyle başladı.

HAVAALANI RUTİNİ: UYANMA, TIRAŞ, KAHVALTI

Bir havaalanı terminalinde yaşamak zorunda olmak, Sör Alfred’in hayatında bir düzen olmaması anlamına geliyordu. O da düzenini kendi kendine kurmaya karar vermişti. Her sabah erkenden kalkıyor, havaalanı kalabalıklaşmadan lavaboya gidiyor yıkanıp paklanıyor, tıraşını oluyordu. Çünkü “en iyi haliyle” insan içine çıkmak istiyordu. Havaalanında yaşamanın saygınlığına zarar vermesini istemiyordu.

Ardından yemek katındaki fast food restoranından kahvaltısını alıyor, terminalin gazete büfesini ziyaret ediyor ve duruma göre birkaç gazete alıyordu. Bu sabah rutinin ardından her zaman oturduğu yere dönüp kahvaltısını ederken etrafında artmakta olan hareketliliği izliyordu. Sağından solundan geçen yolcuların çoğu Sör Alfred’e dikkat etmiyordu bile. Ama çok nadir de olsa “Ne kadar çok el bagajı var” diye şaşıranlar oluyordu elbette…

Kahvaltının ardından Sör Alfred, gününün büyük bir kısmını dolduran işinin başına oturup günlüğünü yazmaya başlıyordu. Her şeyi ama her şeyi kaydediyordu günlüğüne. Donkin’le olan konuşmalarını bile satır satır sayfalara döküyordu. Bir başka deyişle Donkin, Sör Alfred’in kitabını yazarken, o da kitabın yazılma sürecini yazıyordu.

KENDİ KENDİNE FRANSIZCA VE ALMANCA ÖĞRENDİ

Donkin’e göre Sör Alfred bir reality show yarışmacısı gibiydi. Hayatının tamamını gözler önünde yaşıyordu. Yaşadıklarının bir kısmı gerçek bir kısmı performanstı. Yaşananları sıcağı sıcağına yazıp özetliyordu. Havaalanındaki tek eksiği kameralar, bir sunucu, bir yayın aracı ve hayranlardan oluşan bir seyirci kitlesiydi.

Günlüğünü yazma işine ara veren Sör Alfred, oturup aldığı gazetelerini okumaya başlıyordu. Dünya siyaseti üzerine okuyup tartışmaktan çok hoşlanıyordu. Havaalanında yaşadığı süreçte çeviri sözlükleri ve gazeteler yardımıyla kendi kendine Almanca ve Fransızca okumayı öğrenmişti. Öğrenmeye çok açık bir insandı ve zamanını boşa harcamaktan hiç hoşlanmıyordu.

Öğle yemeği saati geldiğinde yine sabahki fast food restoranının yolunu tutuyordu. Neredeyse her öğlen balık kroket sandviç yiyordu. Daha önce bir keresinde yemeklerini aldığı restoranı değiştirmeyi denemişti. Ancak buradaki kızarmış patates makinesinin birkaç günlüğüne bozulması nedeniyle hayal kırıklığına uğrayarak ilk tercihine dönmüş ve bir daha da değişiklik yapmamıştı.

O günlerde havayolu şirketleri pilotlara ve kabin görevlilerine havaalanı içindeki restoranlarda geçerli yemek fişleri veriyordu. Birçoğu yemeklerini evden getiren havayolu çalışanları, fişlerini oturduğu bankın yanından geçerken Sör Alfred’e veriyordu, o da bu sayede dilediği kadar fast food yiyebiliyordu. Seçeneği azdı ama Sör Alfred bunu sorun etmiyordu.

Sör Alfred’in Donkin’le birlikte yazdığı “The Terminal Man” (Terminal Adamı) isimli kitap yayımlandığı dönemde eleştirmenlerden çok olumlu yorumlar almıştı.

Sör Alfred’in Donkin’le birlikte yazdığı “The Terminal Man” (Terminal Adamı) isimli kitap yayımlandığı dönemde eleştirmenlerden çok olumlu yorumlar almıştı.

“BUGÜN BEN BALIK YİYECEĞİM”

Günün geri kalanında Sör Alfred gazetelerini okuyor, asla sonu gelmeyen günlüğünü yazıyor ve şans eseri oradan geçmekte olan meraklı yabancı gazetecilere röportajlar veriyordu.

Bir cep telefonu olmadığından Donkin dahil hiç kimsenin kendisiyle randevulaşması mümkün değildi. Sör Alfred’le görüşmek isteyenin Charles De Gaulle Havalimanı’na gidip 1 numaralı terminaldeki adamı bulması gerekiyordu. Sör Alfred bugünün koşullarında tahayyül etmesi bile imkânsız bir yalnızlık yaşıyordu.

Akşam yemeği saati gelince Sör Alfred balık kroketli sandviçini almak için bir kez daha fast food restoranının yolunu tutuyordu. Donkin, Sör Alfred’i başka yemekler denemek için ikna etmeye çalıştığını ama her seferinde, “Başka zaman deneyebiliriz, ama bugün ben balık yiyeceğim” cevabını aldığını belirtti.

20 YIL BOYUNCA BİR METAL BANKTA NASIL YATILIR?

Havaalanındaki hayat hiç durmasa da gece yarısı civarında birkaç saatliğine sakinleşiyordu. Donkin normalde havaalanının yakınlarındaki bir otelde kalmakla birlikte, Sör Alfred’in hayatını daha iyi anlayabilmek için birkaç gece onun yattığı bankın yanındaki metal bankta yatmayı denemiş ve durumun zorluğuna şahit olmuştu.

Işıklar bütün gece yanıyordu, hoparlörlerden yapılan duyurular sadece 1.00 ile 4.30 arasında susuyordu. Üzerinde yattıkları banklar daracık ve rahatsızdı. Uyuyan kişi sürekli düşme tehlikesi yaşıyordu. O kadar ki üçüncü gecenin ardından Donkin öğle yemeği saatleri sırasında “çok acil bir telefon” aldığını belirterek Sör Alfred’den ayrılmış ve uyumak için oteline kaçmıştı.

BOMBA ALAMLARINA BİLE ALIŞMIŞTI

Altıncı günün sabahında Donkin, Fransızca yapılan duyuruların tonunda bir değişiklik olduğunu ve yolcuların terminali hızla terk etmekte olduğunu fark etmişti.

Sör Alfred durumu, sakin bir tavırla “‘Bomba var’ diyorlar” diyerek açıklamıştı. Gerçekten de oturdukları yerin arka tarafında sahipsiz bir valiz duruyordu. Valizin 50 metre kadar gerisinde ise kaygılı yüzleriyle havaalanı güvenlik polisi dikiliyordu.

Polislerden biri kalkanının üzerinden Donkin’e hafifçe el sallarken, Sör Alfred yerini terk etmeye hiç niyeti olmadığını belli eden bir sükunetle oturuyordu. Günlük sayfalarıyla dolu kutularını bırakmak istemiyordu.

Bu strese daha önce defalarca tanık olmuş birinin görmüş geçirmişliğiyle “Hiçbir zaman bomba çıkmıyor. Çok sık oluyor bu. Turistler çantalarını unutuyor” demiş ve omuz silkmişti.

Steven Spielberg’ün yönettiği filmin başrollerinde Tom Hanks’e Catherine Zeta-Jones eşlik ediyordu.

Steven Spielberg’ün yönettiği filmin başrollerinde Tom Hanks’e Catherine Zeta-Jones eşlik ediyordu.

ÇANTADAN PİJAMA ÇIKTI

Bu noktada Donkin’i zor bir karar bekliyordu. Sör Alfred’in resmi biyografi yazarı olma macerasının daha başlamadan bitmesini de tehlikeli bir durumla karşı karşıya kalır kalmaz arkasına bakmadan kaçıp Sör Alfred’le kurmakta olduğu bağı koparmak da istemiyordu.

Donkin nihayetinde tercihini kalmaktan yana kullanmış ve Sör Alfred’e dönüp 1977 kışında Batı Berlin’de geçirdiği günlerde yaşananları dinlemeye başlamıştı. Ancak bir yandan da karşısındaki candaki yansımadan bomba imha ekibinin çalışmalarını izliyor ve Sör Alfred’in haklı çıkması için dua ediyordu.

Sör Alfred, karlar altındaki Batı Berlin’de yaptığı bir tren yolculuğunun hikayesini tamamlamak üzereyken testereli robot da şüpheli valizi parçalama işini tamamladı. Valizden kime ait olduğu bilinmeyen pijamalar çıktı.

Donkin, Sör Alfred’e “Bu durum sık mı yaşanıyor?” diye sorduğunda “Haftada bir oluyordur” yanıtını aldı.

Sonuçta 2004 yılındaydılar. 11 Eylül saldırılarının üzerinden birkaç yıl geçmişti. Sör Alfred’in havaalanındaki hayatını riske atan tek şey civardaki kirlilik değildi.

Filmde bir Doğu Avrupa ülkesinden gelen Viktor Navorski (Tom Hanks) JFK Havalimanı’nda sıkışıp kalıyordu

“BURADA BANK ÇOK”

Donkin’e göre Sör Alfred çok sakin ve bilge bir insandı. Özellikle çocuklarıyla birlikte tatile çıkan yabancı gazetecilerin 20 dakikalığına yanına uğrayıp kendisinden röportaj istediği anlar görülmeye değerdi. Sör Alfred’e hep aynı sorular soruluyordu ama o sükunetle cevap vermeye devam ediyordu.

Bu röportajlardan birinin sonunda gazeteci Sör Alfred’e “Özgürlüğünüzü kıskanıyorum. Keşke ben de sizin gibi özgür yaşayabilsem, kaygısız olabilsem” dediğinde “Burada bank çok” yanıtını almıştı. Elbette gazeteci hayatına havaalanında devam etme fikrini uygulamaya koymamış, onun yerine Karayiplere giden uçağına yetişmek için aceleyle Sör Alfred’in yanından ayrılmıştı.

Donkin ile Sör Alfred’in birlikte geçirdiği günler birkaç ay sonra “The Terminal Man” isimli bir kitaba dönüştü ve okurlarla buluştu. Elbette Sör Alfred’e kitabın birkaç kopyasını götürmek de yine Donkin’e düştü.

Donkin havaalanına giderken gergin olduğunu çünkü Sör Alfred’in kitabı beğenmesini çok istediğini belirterek, “Bankına yaklaştığım sırada beni gördü ve kocaman bir gülümsemeyle yüzü aydınlandı. Endişelenmem için hiç sebep yoktu. Mütevazı bir tavırla ‘Bu bir zafer!’ dedi bana” ifadelerini kullandı.

ÖLMEDEN ÖNCE YİNE HAVAALANINA DÖNDÜ

1 numaralı terminalin gazete büfesinin girişimci yöneticisi, kitaptan koliler dolusu sipariş vermişti. Bu kitapları satarak çok iyi para kazanıyordu. Sör Alfred de isteyen herkesin kitabını büyük bir memnuniyetle imzalıyordu.

Sör Alfred, kitabın yayımlanmasından sonra iki yıl daha Charles De Gaulle Havalimanı’nda yaşadı. Ancak havaalanlarında güvenlik önlemlerinin artırılması ve sağlık sorunları nedeniyle 2006 yılında ayrılmak zorunda kaldı. Havaalanı çevresindeki kirli hava sağlığına zarar veriyor sık sık göğüs enfeksiyonları yaşamasına neden oluyordu.

Havaalanından sonraki birkaç yılı Paris’in dış mahallelerinden birindeki bir evsiz barınağında geçirdi. O artık Havaalanında Yaşayan Adam değil Havaalanında Yaşamış Olan Adam’dı.

Donkin yazısını şu satırlarla noktaladı:

“Sör Alfred’i gerçekten çok sevmiştim. Gerçek bir centilmendi. Öldüğünü duyunca çok üzüldüm ama hayatının son iki haftasını geçirmek için yeniden havaalanına döndüğünü öğrenmek bana teselli verdi. Yıllar boyunca o havaalanı onun yuvası olmuştu. Umuyorum ki orada, her zaman oturduğu bankında oturmak, son yolculuğu öncesinde Sör Alfred’e huzur vermiştir.”

The Guardian’ın “‘The Terminal Man’ lived in a Paris airport for 18 years. I’ll never forget the weeks I spent with him” başlıklı haberinden derlenmiştir.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

deneme
deneme bonusudedektifdeneme bonusu veren sitelerfixbetfixbet girişmatadorbethukuk forumDijital Pazarlama Ajansımatadorbetescort gazianteponline itibarescort gaziantephaber
dedektif | özel dedektif | fixbet giriş